Ana içeriğe atla

Geleceğin Suçları


Kitapta genel olarak internet teknolojileri kullanılarak yapılan siber suçlar detaylarıyla inceleniyor. Marc Goodman, bu mecranın sınırlarının ve sunduğu imkanların dışında hayatımızı etkileyen ancak çok göz önüne serilmeyen olumsuz taraflarını Dijital Dünyanın Karanlık Yüzü olarak karşımıza getiriyor.

Teknoloji… Teknoloji garip bir şey. Bir elinde bize harika hediyeler verirken, diğeriyle bizi sırtınızdan bıçaklıyor. -Charles Percy Snow

Bizler, cihazlarımızı daha doğrusu hayatlarımızı küresel bilgi şebekesine bağladıkça - mobil telefonlar, sosyal ağlar, asansörler veya kendi kendine giden arabalar - , onların altında yatan teknolojilerin nasıl çalıştığını bilen ve sıradan insanlara zarar vermek adına kendi avantajları için istismar etmekten çekinmeyecek kişiler karşısında daha savunmasız oluyoruz. Aslında her şey bağlantılı olduğunda, herkes savunmasız hale geliyor. Neredeyse hiç düşünmeden ve değerlendirmeden hayatımıza dahil ettiğimiz teknoloji, bizi sırtımızdan bıçaklamak için hazırda bekliyor. 

Günümüz siber suçlar dünyasında sağlam bir yer edinmiş suçluların, robot teknolojileri, sanal gerçeklik, yapay zeka, 3 boyutlu yazıcılar ve sentetik biyoloji gibi teknolojik alanlara yöneldiğini görüyoruz. Mobil ve bulut tabanlı uygulamalara bağımlılığımız arttıkça, savunma sistemlerimiz de zayıflıyor. İnternetin doğası gereği, artık her geçen gün dünyamızın sınırları ortadan kalkıyor.

“Güvenlik İllüzyonu”

Tüm son kullanıcılar ve şirketler virüs tehditlerine karşı korunmak için güvenlik yazılımları endüstrisine sırtını yaslamış durumda. 2012’de dünya genelinde güvenlik yazılımlarına harcanan para 20 milyar dolara yaklaşırken, 2017’de siber güvenlik için 94 milyar dolar harcanması bekleniyor.

Şu an çıkıp birisine sorsanız; bilgisayar virüslerine karşı ne yapılması gerektiğini ilk cevap Symantec, McAfee veya Trend Micro gibi firmaların antivirüs programlarının bilgisayarlarına kurmak olur. Peki firmaların durumu nedir?

Aralık 2012’de yapılan bir testte; 82 adet yeni bilgisayar virüsünü topladılar ve Microsoft, Symantec, McAfee, Kaspersky Lab’ın da olduğu dünyanın en büyük 40 antivirüs şirketinin tehdit algılama motorlarında çalıştırdılar. Sonuç? İlk tehdit algılama oranı sadece yüzde 5’te kaldı. Yani virüslerin %95’i hiç fark edilmeden bilgisayarlara girdi.
Kaynak : Imperva, hacker Inteligence Initiative, Monthly Trend Report#14, Aralık 2012
Vücudumuzun bağışıklık sistemi böyle bir ortalamaya sahip olsa, doğduktan birkaç saat sonra ölürdük.

Başka bir örnek; 2012’de keşfedilen Flame adında oldukça karmaşık bir malware,  (tüm dünyadaki bilgi sistemlerinden veri çalan bir virüs) beş yıldır internette geziniyordu. En basitinden bir benzetme yapacak olursa; Daha önce banka soydukları bilinen kişilerin, banka güvenlik görevlileri tarafından bilinmesi veya şubelerde bu kişilerin afişlerinin asılmasından bir farkı yoktur.

Aynı şekilde şirketlere yönelik gerçekleştirilen saldırıların %62’sinin en az iki ay sonra fark edildiği belirtiliyor. Ve de çoğu zaman kötü haberi kızgın bir müşteri veya emniyet görevlileri veya bir üstlenici veriyor. Örneğin; 2007 yılında Amerika’daki T.J. Maxx and Marshalls şirketine yapılan siber saldırıda 45 milyonun üzerinde müşterinin kredi kartı bilgileri çalındı.

Dünyanın en önemli altyapılarının büyük bölümü, veri tabanlı kontrol ve gözetleme sistemi (SCADA) ile çalışıyor. SCADA sistemleri, “sensörler tarafından elde edilen dijital geri bildirim verilerine dayanarak, çeşitli anahtar veya makas değişimleri ile üretimin otomatik olarak gözlenip ayarlanmasını ve diğer kontrol işlemlerini” gerçekleştiriyor. Trenlerin raylarda gidişinden, bir şehrin tüm elektriğinin dağıtılmasına kadar her şeyi gerçekleştiren fiziksel ekipmanların kontrollerini sağlayan bu özelleştirilmiş bilgisayar sistemleri, çoğunlukla eski teknolojilere dayanıyor. Ve bu sistemler artan bir hızla internete bağlanmaya devam ediyor. Ne yazık ki, bu sistemler tasarlanırken ne güvenlik önlemleri ne de internet bağlantılı bir dünyaya karşı dayanıklılık göz önünde tutulmuş. Sıkıntı ise tahmin edilenden çok daha büyük. Peki bir hacker bu sistemlere erişim sağlayarak ne yapabilir? Örneğin; yerel su arıtma tesisini idare eden bilgi teknoloji sistemi. 2011’de hackerlar (Rusya’dan) Teksas Güney Housten bölgesindeki Su ve Kanalizasyon birimine yönelik bir saldırı gerçekleştirdi. Yine 1998’de ABD’de Federal Havacılık İdaresinin kontrol kulesini ele geçiren genç bir hacker pist ışıklarını söndürdü. 2001’de Avustralya Quennsland’da bölgenin kanalizasyon arıtma tesisine saldırdı. Hacker,tonlarca kanalizasyon suyunu parklara, nehirlere ve bir otelin bahçesine boşalttı. Ayrıca, Rus ve Çinli casusların, Amerika’daki tüm elektrik şebekesinin haritasını çıkardığı ve kriz veya savaş durumlarında ABD’deki tüm elektrik ağının kapatılabileceği söyleniyor. 

Kim var orada?

Ufukta görünen devasa teknolojik tehditleri anlamak için, ilk önce düşmanlarımızı anlamamız/tanımamız gerekiyor. Her birinin farklı bir amacı, farklı bir nedeni var. Siber suçluların listesi oldukça kabarık. Aralarında ulusdevletler, komşu çocuklar, uluslararası suç örgütleri, yabancı istihbarat servisleri, hacktivistler, askeri personel, siber savaşçılar, hükümet destekli vekil sunucu savaşçıları, programcı gençler, sıradan hackerlar, canı sıkılmış sektör çalışanları vb.  Bu oyuncular diğerlerinin başarılı operasyonlarından bilgi edinip, onları taklit ederek farklı saldırılar gerçekleştiriyorlar. Örneğin, terörist gruplar, siber suçluları örnek alarak gerçek saldırıları için gereken parayı, hack yoluyla elde ediyor.

İlk başlarda sistemlere açıkları bulup girmeyle başlayan ‘sevimli’ süreç, zamanla, Hackerlar, kimlik hırsızlığı, kredi kartı dolandırıcılığı, sağlık sigortası dolandırıcılığı gibi suçlar işlemeye başladı. Örneğin, 2013 yılında bir hacker, Adobe System’e saldırarak, 38 milyon hesaba ait kullanıcı bilgileriyle birlikte kredi kartı bilgilerini çaldı. Ve daha önemlisi ise Adobe’nin en önemli ürünleri olan Photoshop ve Acrobat gibi yazılımlara ait 40 GB’lık kaynak kodunun da çalınmış olmasıydı. Ve ve daha enterasan bir örnek; bizleri hacklenmekten kurtaracak yazılımları fahiş fiyatlara satan Symantec (Norton AntiVirus) şirketi bizzat hacklenerek güvenlik yazılımlarına ait 1,27 GB boyutundaki kaynak kodunu çaldırdı. Neyse ki vizyonsuz hacker, verileri yasa dışı paylaşım sitelerinden The Pirate Bay’de paylaşmamak için sadece 50.000 dolar gibi bir fiyat talep etti.
Tek bir alanda hizmet veren siber suç örgütleri yavaş yavaş piyasada yerini alıyor. Örneğin, St. Petersburg merkezli Russian Business Network (RBN) adındaki yeni bir örgüt, çok ürünlü bir yelpaze ile, tam teçhizatlı siber suç hizmeti vermesiyle ünlendi. RBN’nin isim yapmasında ise barındırdığı içeriğe hiçbir şekilde el sürmeyen, çocuk pornosundan virüs dolu sitelere kadar sunucularına her şeyi kabul eden, diğer suç örgütlerinin bilumum amaçları için “kurşun geçirmez” internet sitesi barındırma hizmeti bulunuyor. 
Dünyanın farklı bölgelerinden binlerce hacker, hiçbir engel ile karşılaşmadan çalınmış veya hacklenmiş kimlikleri, belgeleri, hesap numaralarını, profesyonel hizmet veren ShadowCrew gibi kusursuz olarak hazırlanmış ortamlarda alıp satabiliyorlar. Ayrıca burada diğer suçlulara kriptografiden kart klonlama tekniklerine kadar her konuda yardımcı rehberler sunuluyor.

Uluslararası suç örgütlerinin dışında, sanal dünyanın en güçlü ve etkileyici grupları arasında siyasi kaygılarla hareket eden siber suçluları ifade eden hacktivistler yer alıyor. Anonymous, LulzSec, WikiLeaks, ve Syrian Elektronic Army gibi gruplar bu kategoriye girerken, her biri adaletsiz olarak algıladıkları gelişmelere bir misilleme amacıyla saldırılarda bulunuyor. Julian Assange, Chelsea Manning ve Edward Snowden gibi isimler de dünyanın en güçlü kurumlarını zorlayıp, başkalarının kesinlikle saklı kalmasını isteyeceği verileri tüm dünya ile paylaşarak sağlam bir isim edinmiş durumda. Diğer gruplar gerçek kimliklerini sıkı bir şekilde gizliyor. Örneğin kendini lidersiz bir grup olarak tanıtan Anonymous’un üyeleri, Guy Fawkes maskeleri takarak çıkıyorlar. 46. sayfa

Teknoloji bilgisi su götürmeyen IŞID’in son asker toplama videolarında efekt olarak Grand Theft Auto V (GTA) oyunundan sahneler bile görünüyor. “Oyunlarda yaptığınız şeyleri gerçek hayatta da yapın. Bir askeri konvoya saldırın, polisleri öldürün.” tarzı ifadeler kullanılıyor. 

Bir FBI raporuna göre, Çin hükümeti her yıl sadece ABD savunma bakanlığı ağlarına doksan binin üzerinde bilgisayar saldırısı gerçekleştiren, siber casuslar ile savaşçılardan oluşan 180.000 kişilik gizli bir ordu geliştirdi. Mayıs 2013 yılında içinde F-35’in de bulunduğu önemli savunma ve hükümet sistemlerine yönelik gerçekleştirilen hack saldırılarının arkasında Çin’in olduğunu ABD açık olarak duyurdu. State of the Internet adlı rapora göre, tüm dünyadaki siber saldırıların yüzde 41’i Çin kaynaklı yapılıyor. ?
Elbette ki, Amerika’nın da dünyanın kalanına yönelik hack saldırıları yaptığı bir gerçek. Bunu dillendiren biri olan eski Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) çalışanı Edward Snowden. Tek başına yaydığı çok sayıda gizli belge bulunuyor. NSA tarafından küresel çapta yürütülen teknik gözetim cihazlarını detaylı bir şekilde belgeleriyle kamuoyuna açıkladı. NSA her gün milyarlarca e-posta, telefon görüşmesi ve mesajını takip ettiğini söylendi. ABD’nin yürüttüğü siber operasyonların bu şekilde duyurulması aslında malumun ilanından başka birşey değil. Burada önemli olan husus NSA’nın müttefik ülkelerdeki milyonlarca insanın tüm konuşmalarının dinliyor olması. Snowden’in özellikle ABD’nin, China Mobile ve prestijli Tsinghua Üniversitesi gibi Çin hedeflerine yönelik siber saldırılar düzenlediğini söylemesi neticesinde oluşan uluslararası sempati derin bir yara aldı. 

Sanal dünyadaki tehdit unsurlarının analizini yaptığımızda, karşımıza hactivistler, suçlular, proxy savaşçıları, teröristler ve devletler çıkıyor. Bunların hepsi de teknoloji altyapısındaki açıkları sonuna kadar kullanıyor. Küresel bilgi şebekesine olan bağlantımızın genişliği ve derinliği önümüzdeki yıllarda çarpan etkisiyle büyüyecek. 57. sf.

Birbirine derinden bağlı ama teknolojik açıdan bir o kadar savunmasız bir medeniyet kuruluyor. 

Tüm nesnelerin bilgisayara dönüştüğü ve tüm bilgisayarların da kodlarla çalışmasıyla birlikte, bu güç sahibi yeni kötüler, koda hakim olduklarında, dünyaya da hakim olabileceklerini gayet iyi biliyor.  

Müşteri değil, ürünsünüz!

Yeni yeni ortaya çıkan veri şirketleri, insanların Twitter benzeri platformlarda kullandıkları takma isimleri/profilleri gerçek kimlikleriyle eşleştiren çok sayıda teknik geliştirmiş durumdalar. Sosyal ağlar artık yeni arşiv daireleri halini aldı. Paylaştığınız her şey, bilginiz dahilinde olup olmadığı önemsenmeksizin küresel veri devleri tarafından çalınıyor, düzenleniyor, saklanıyor ve daha sonra her biri hayatınızın en ince ayrıntılarını dahi bilme konusunda bir türlü doymak bilmeyen reklamverenlere, hükümetlere ve üçüncü şahıs veri simsarlarına satılıyor. 
2013 itibariyle ABDliler, ortalama olarak günde beş saatlerini dijital cihazlarıyla geçiriyor. Katettiğimiz her adımda, tüm dünya insanları olarak arkamızda devasa bir kütüphaneyi her gün tekrar tekrar dolduracak kadar dijital iz bırakıyoruz. Bu verilerin nasıl oluşturulduğu, saklandığı, analiz edildiği ve satıldığı ise birçoğumuzun geçiştirdiği bir konu.
Ancak bir saniye durup da, Google’ın neden size hiç fatura göndermediğini merak ettiniz mi?
Sadece reklamlar mı? Bizlerin ihtiyaçlarına göre tasarlanmış birkaç reklam izlememiz karşılığında mı bu bütün ücretsiz(!) hizmetler (işletim sistemi, e-posta, drive, youtube, geliştirme araçları vb.) Yaptığımız alışverişin arkasındaki gerçekler aslında çok rahatsız edici düzeyde.
Bize Google nasıl anlatılıyor? 1998 senesinde iki doktora öğrencisi olan Larry Page ile Sergey Brin’in, Kaliforniya’da bir arkadaşlarının garajında kurdukları bir şirket. İkili yeni yeni gelişen www deki arama sonuçlarını ciddi ölçüde geliştirecek bir algoritma yazdı ve basit bir arayüzle herkesin ilgisini çekti. 2000 yılından itibaren de belirli arama terimleriyle uyumlu belirli ürünler için reklam anahtar kelimeleri satmaya başladılar. Örneğin, “paris, fransa” araması yaptığınızda, karşınıza Air France’ten, bir seyahat acentesinden veya Hilton Otellerinden reklamlar çıkmaya başlıyordu. Bu fikirle başlayan serüven 2015’te yıkılması imkansız küresel bir güç haline geldi. Aslında Google’ın sizi dair topladığı veri boyutu büyüdükçe, şirket de büyüdü. 
Google’ın o çocuksu ve çok renkli logosu ve dünya tatlısı küçük Adroid adamı gibi grafikler tercih ediliyor. 




Edward Snowden (NSA Ulusan Güvenlik Ajansı - ABD hükümetinin gizli izleme programlarının detaylarını ifşa etmesi)

Snowden: NSA, geleceğin savaşlarına hazırlık amacıyla tüm interneti kontrol altına almaya çalışıyor. Tartışma güvenlikleştirilerek çoğunlukla IŞID’ın de faydalandığı teknoloji platformları üzerinden yürüyor. ABD mahkemeleri NSA ve FBI’a noter hizmeti veriyor.
Teknoloji şirketlerinin ABD hükümetiyle işbirliği olmasaydı, ABD teknik istihbaratı NSA bugünkü gücüne ulaşamazdı.

Öte yandan Oracle, geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde kendini veri statupları toplamaya adamış, bu bağlamda;
kullanıcı takibi için AddThis, 
data reklamcılığı için BlueKai ve 
pazarlama datası için Datalogix isimli startupları satın almıştı. 

Salesforce’un diğer önemli rakiplerinden Microsoft ise Haziran ayında LinkedIn’i 6.2 milyar dolara satın almıştı. Salesforce’un ise şimdiye kadar bu nitelikte bir satın alması yok.

Kişisel verilerin bilgi ekonomisindeki rolü ve değeri

Dünyanın en büyük şirketlerinden Comcast, 75 bin kullanıcısının kişisel bilgilerini üçüncü partilerle paylaştığı gerekçesiyle 33 milyon dolar ceza aldı. Üstelik, kullanıcılar bilgilerinin paylaşılmaması için ekstra ödemeye yapıyordu. Sonuç olarak firma, mağdur ettiği her bir kullanıcısına 100 dolar ceza ödemeye mahkum edildi.
Comcast olayını önemli kılan yalnızca dünyanın en büyük kablo şirketinin bir skandala imza atması değil, mağdur edilen abonelerin verilerinin korunması ve paylaşılmaması için özellikle ödeme yapmış olmaları. Dava sonucu da, illegal veri paylaşımı sonucunda ödenmesi gereken parayı mağdur başına hesaplaması açısından bir ilk olma özelliği taşıyor.
Bu örnek kişisel verinin değerine dair basit bir hatırlatıcı. Veri, günümüz dijital ekonomisinin en önemli stratejik varlığı haline geldi. Artık firmaların değerleri sahip oldukları kullanıcı tabanı ve onlardan topladıkları veriler ile ölçülüyor.

Bir kullanıcının değeri 15-40 dolar arası

Kişisel verilerin değeri, şirketlerin veri merkezli firmalardan onları ne kadar ödeyerek aldıklarıyla da ölçülüyor; Facebook’un Instagram ve WhatsApp satın almalarında olduğu gibi. Veri merkezli firmalar çoğu zaman satın alındıklarında kâr eden şirketler olmuyor ve değerleri sahip oldukları kullanıcı tabanı ve onlardan aldığı veriler ile ölçülüyor. Hiçbir şirket bir kullanıcıyı veya ilişkiyi satın alamaz. Bu nedenle kullanıcı tabanı hedefli satın almalar günümüz dijital ekonomisinde büyük rol oynuyor. Satın alınan taban ve verisi, gelecekte bu kullanıcı ile daha sıkı bağlar ve ilişkiler oluşturmak için kullanılıyor.
Bu veri değerleme metoduyla bakacak olursak, Facebook WhatsApp’in her bir kullanıcısı için şirkete 30 dolar ödedi ve 600 milyon kullanıcılı anlık iletişim uygulamasını 19 milyar dolarlık bir anlaşmayla satın aldı. Facebook 2012 yılında Instagram satın almasını gerçekleştirdiğinde de kullanıcı başına 30 dolar hesabı yapmış ve 33 milyon kullanıcılı sosyal ağı kendisine bağlamıştı. Benzer bir değerleme de Microsoft tarafından Minecraft satın almasında kullanılmıştı.
Örneklerden yola çıkarak, günümüzde bir kullanıcının değerinin 15 ile 40 dolar arasında olduğunu söylemek mümkün. Fiyat farkının sebebi kullanıcıdan beklenen potansiyel. Potansiyel, kullanıcının firmaya sağlayacağı veriden başka bir şey değil. Çünkü büyük veri çağında, bir firmanın elinde ne kadar büyük ve farklı veri var ise o kadar fazla para kazanabilir ve kendi değerini de artırabilir.
Küresel veri pazarı 
İnternet üzerinden toplanan veriyi paraya dönüştürmek artık dijital ekonominin can damarı. Veri simsarları ve borsalarının artışıyla küresel veri pazarı kurulmuş durumda. Tüketici hakları merkezi Privacy Rights Clearinghouse (PRC) verilerine göre, şu an 270 küresel veri simsarı faaliyet gösteriyor. Bu profesyoneller, her türlü özel olmayan veriyi toplayarak satıyorlar. Verilerin fiyatları değişirken, değerleri genellikle 1 doların aşağısında oluyor.
PRC verilerine göre yaş, cinsiyet ve konum bilgileri yalnızca 0,0007 dolar değerinde. Diğer veriler ise önem durumlarına göre pahalılaşıyor. Ham verinin değeri kuruşlarla ölçülürken, zenginleştirilmiş verilerin değeri 200 liraya kadar ulaşabiliyor.
Simsarlar ayrıca veri listelerini de satıyor. Örneğin belli bir şehirde belli bir hastalıktan muzdarip olan kişilerin isimleriyle dolu bir liste için isim başına 30 dolar gibi bir ücret ödemeniz gerekiyor.
Devletler veri alışverişlerini sınırlandırmak için regülasyonlar getirme arifesinde. Şu an kişisel verileri gerçek anlamda koruyan tek ülke ise Almanya. ABD pazarın daha transparan işlemesi yönünde düzenlemeler yapmayı planlarken, Fransa’da veri güvenliği kurulu CNIL ise kullanıcıların servisleri kullanmak için kabul ettikleri kullanım sözleşmeleriyle firmalara kişisel verilerini teslim ettiklerini ve bu açıdan bakıldığında bu sözleşmelerin teknoloji firmalarına bir nevi yasa yapma lüksü sunduğunu belirtiyor. Kurum bu şartlarda herhangi bir yaptırım gerçekleştiremiyor.

Bilgi ekonomisinin stratejik varlığı

Veri günümüz bilgi ekonomisinde firmalar için satın alınabilir ve onları daha rekabetçi kılan stratejik bir varlığa dönüştü. Firmaların değerlemelerine de doğrudan etki yapan bu varlık, onu kullanmak isteyen firmalara iş yapma şekillerini iyileştirme şansı da tanıyor.
Son dönemde veri borsalarının sayısı hızla çoğalsa da, kişisel verinin değeri hâlâ kim tarafından, nasıl ve neden kullanıldığı ile paralel kalmaya devam ediyor.
Her Şey Hacklenebilir Olduğunda

Kablosuz Şeyler Ülkesinde

Nesnelerin interneti, “tüm dünyanın bilgi çatısından çıkan akıllı sensörler, kameralar, yazılımlar, veri tabanları ve dev veri merkezlerinin bitmek tükenmez bilmeyen yaygınlaşması ile kurulan küresel, sarmal, görünmez ve çevresel bir bağlantılı bilişim ortamı” olarak tanımlayabiliriz. 

1999 yılında bir araştırmacı, “günlük hayatta kullanılan tüm nesnelerin bir belirleyiciye ve kablosuz bağlantıya sahip olması halinde, bu nesnelerin birbiriyle iletişim kurabileceği ve bilgisayarlar tarafından yönetilebileceğini” fark etti. 
2004 yılı itibariyle insanoğlu pirinç tanelerinden daha fazla transistör üretmeye başladı, hem de çok daha ucuza.

Devre sistemlerindeki gelişmeler ve minyatürleştirme sayesinde artık nesnelerin internetini hayata geçirmek oldukça kolaylaşmıştır. Bu düzenin iki kategoriye ayrılan cihazlarına bir bakalım: sensörler ve mikrodenetleyiciler. Mikrodenetleyiciler, sadece milimetre ile ölçülebilen boyutlara sahip, programlanabilir ufacık bilgisayar işlemcileridir. Kimileri bir toplu iğne başı kadar küçük olabilen bu çok ucuz bilgisayar çipleri oldukça düşük güç gerektirir. Çok az güç ile çalışan bu cihazlar için, çok ufak bir batarya veya küçük bir güneş pili ile yıllarca çalışmaya devam edebilirler.

Bu mikroçipler çeşit çeşit sersörden veri toplar. Sensörler ise ölçülüp kaydedilebilen her şeyi izleme yeteneğine sahip ufak cihazlardır; sıcaklık, güç, konum, debi, radyasyon, atmosfer basıncı, ivme, devir, manyetik kuvvet, rakım, ses ve görüntü toplayabilirler. Bu tarzdaki her çeşit sensör sayesinde, daha önce mümkün olabileceği düşünülmeyen bir şekilde etrafımızdaki dünyayı algılayabiliyoruz, analiz edebiliyor ve onunla etkileşime geçebiliyoruz. Sensörlerin topladığı veriler, mikrodenetçiler tarafından işleniyor. Minyatür şalterler, kumandalar, vanalar, servolar, türbinler ve motorlar, otomatik olarak etraflarındaki dünyayla iletişime geçebiliyorlar. Örneğin; bir sensör doğal gaz borularında aşırı ısınma veya basınç olduğunu belirlerse, bu bilgiyi alan mikrodenetleyici önceden programlandığı üzere doğalgaz akışının yönünü değiştirebilir veya sistemi kapatabilir. Endüstriyel olarak kullanılan bu sistemler artık günlük hayatımıza girmiş durumda. 
Sensörler sadece genişbant internet ile değil, kendi aralarında da iletişim kururlar; akıl almaz boyutlarda makineden makineye (M2M) verisi üretilip ve bulut bilişim ile sonsuza yakın veri depolama kapasitesi sayesinde çok daha düşük maliyetler ve yüksek hız ile birlikte bu veriler depolanıp işenmektedir. Böylece sürekli olarak çevrimiçi -küresel, sarmal, görünmez ve çevresel bir bağlantılı bilişim ortamı- kurulacaktır.
Ancak internetteki tüm trafiği yönlendiren temel iletişim protokolünün (IPv4) elden geçmesi gerekiyor. 1981 yılından beri kullanılan IPv4 her biri bağlantılı bir cihazı temsil eden 4.3 milyar civarında ayrı ağ adresi sağlayabiliyor. Bugün bu sayılar yetersiz kalmaktadır. IPv4 ün yerine geçecek IPv6 ile adreslenebilir alanın uzunluğu 32 bitten 128 bit’e çıkarılacak.
232 = 340.282.366.920.938.463.463.374.607.431.768.211.456 (340 undesilyon)
Bu ne demek? Şuan dünyanın tüm sahillerinde 1019 adet kum tanesi bulunuyor. Yani IPv6 ile her bir kum tanesi bir trilyon IP adresine sahip olabilir. Bugünün interneti bir golf topu büyüklüğünde varsayarsak yarının interneti güneş kadar olacak. Önümüzdeki yıllarda internete sadece dünyadaki her bilgisayar, telefon veya tablet bağlanmayacak; her araba, ev, köpek, köprü, tünel, bardak, saat, bileklik, kalp pili, inek, sokak lambası, boru hattı, oyuncak bağlanabilecek. Halihazırda internete bağlı sensörlerin, tüketici cihazların ve endüstriyel kontrol sistemlerinin sayısı, mobil telefon sayısını geçmiş durumda. Önümüzdeki yıllarda günlük hayatta kullandığımız eşyaların hepsinde çipler ve sensörler olacaktır. Örneğin alarmlı saatiniz internete bağlı olacağı için takviminize erişip okuyabilecek …

Biz fark etmeden bu dönüşüm gerçekleşmiş olacak.

Nesnelerin interneti, gelecekteki tüm fiziksel objelerin bir IP adresine sahip olacağı ve bilgi teknolojilerine dönüşeceği anlamına geliyor. Yani lambanız, kediniz veya saksılarınız, bilgi teknolojileri ağının bir parçası olacak. Eskiden sesi çıkmayan şeyler artık konuşacak. Tüm eşyalar kendi hikayesini ve geçmişini anlatabilecek. İşyerleri gelen her çalışanı, evler yaşayan her insanı ve sokak lambaları geçen her arabayı bilecek.

Tüm bu eşyalar birbiriyle iletişim kuracak. Birinci nesil akıllı telefonlar, akıllı ölçüm cihazları, akıllı saatler ile zaten tanıştık ama yakın gelecekte tüm nesneler akıllanacak. Hatta şimdikinden çok çok daha akıllı olacaklar.



Geleceğin Suçları / Marc Goodman 
Kitap Satış

Kitap okuma: Mayıs 2016, Ankara

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dördüncü Sanayi Devrimi

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz çok çeşitli ve şaşırtıcı meydan okumaların içinde en yoğun ve önemli olan, insanlığın dönüşümünü de içeren yeni teknolojik devrimi nasıl anlamak ve biçimlendirmek gerektiği meselesidir. Yaşama, çalışma ve birbirimizle ilişki kurma tarzımızı kökten değiştirecek bir devrimin daha başlarında bulunuyoruz. Bunun ölçeği, kapsamı ve karmaşıklığı bakımından insanlığın daha önce yaşadıklarının hiçbirine benzemiyor.   Bu yeni devrimin hızını ve genişliğini henüz tam olarak kavrayamıyoruz. Milyarlarca insanın mobil cihazlara bağlanmasının, eşi görülmedik miktarlarda işlem gücünün, depolama yeteneklerinin, bilgi erişiminin ortaya çıkmasının sağlayacağı sınırsız imkanları düşünün. Ya da yapay zeka, robotik, nesnelerin interneti, özerk taşıtlar, 3D yazıcılar, nanoteknoloji, biyoteknoloji, kuantum bilgiişlem gibi yeni teknolojik atılımların çok çeşitli alanlarda şaşırtıcı şekillerde iç içe geçmesini düşünün. Ve bugün bu inovasyonların çoğu henüz emekleme aşam

Yeni Dijital Çağ

İnsanların, Ulusların ve İş Dünyasının Geleceğini Yeni Baştan Şekillendirmek,  Eric Schmidt (Google Yönetim Kur. Baş.) Jared Cohen (Google Ideas yöneticisi) Optimist Google yöneticilerinin kaleme aldığı bu kitap tüm siyasetçilerimiz ve toplum bilimcilerimiz tarafından altı çizilerek okunması gerekmektedir diye düşünüyorum. Günümüzde yansımalarını toplumsal olaylarda gördüğümüz iletişim teknolojileri araçlarının kullanılması sonucunda, bireylerin gücü/etki alanı, hükümetlerin bu olaylara yaklaşımları ve uluslararası kamuoyunda olayların algılanmasını detaylı bir şekilde değerlendiriyor kitap. İnternet insanoğlunun tam olarak anlamadan inşa ettiği az sayıdaki şeyden biridir. İnternetin dünya sahnesi üzerindeki etkilerine henüz yeni tanık olmaya başlıyoruz. İnternet tarihte anarşiyi de içeren en büyük deneydir. Önceki değişim dönemlerinden farklı olarak bu kez sürecin etkileri tamamen küreseldir. Tarihte hiçbir zaman bu kadar farklı yerdeki bu kadar çok insan böylesine büyü